Hüseyin Hilmi Işık Efendi

LegionTR

Eski üye
Katılım
31 Ara 2017
Mesajlar
960
Tepki
1
Sual: Hüseyin Hilmi Işık hazretleri hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAP
Din bilgilerinde derin âlim ve tasavvuf marifetlerinde kâmil ve mükemmil olan kerametler, harikalar sahibi Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin yetiştirdiği yetkili bir âlimdir. Kitapları bütün ülkelerde okunmaktadır. Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye başta olmak üzere, 14 Türkçe, 60 Arapça ve 25 Farsça ve bunlardan tercüme edilen, Fransızca, İngilizce, Almanca, Rusça ve diğer dillerdeki yüzlerce kitabın yazarıdır. 8 Mart 1911’de, Eyüp Sultan’da doğdu, 26 Ekim 2001’de vefat etti. Çok sayıda insanın katıldığı cenaze namazından sonra Eyüp Sultan’daki aile kabristanına defnedildi.

Von Mises’den yüksek matematik, Prager’den mekanik, Dember’den fizik, Goss’dan teknik kimya okudu. Kimya profesörü Arndt’ın yanında çalıştı, takdirlerini kazandı. Arndt’ın yanında altı ay travay yaptı ve İstanbul Üniversitesi’nde çalışarak, Phenyl-cyan-nitromethan cisminin sentezini yaptı ve formülünü tespit etti. 1936 senesi sonunda 1/1 sayılı Kimya Yüksek Mühendisliği diplomasını aldı. Albaylığa kadar Türk ordusunda zehirli gazlar mütehassıslığı ve kimya öğretmenliği yapmıştır. 

Siyasete hiç karışmadı, hiçbir partiye bağlanmadı. Bölücülüğe ve kanunlara karşı gelmeye karşı idi. Bunu eserlerinde açıkça bildirmiştir. Dünyanın her yerine gönderdiği çeşitli dillerdeki kitaplarında, İslam dininin doğru olarak anlaşılması, İslam ahkâmının ve ahlakının yayılması için çalıştı. Bunun için, dini dünya çıkarlarına alet edenlerin ve mezhepsizlerin iftira oklarına hedef oldu. (Eczacı, kimyager, dinden ne anlar? O mesleğinde çalışsın, bizim işimize karışmasın) diyenler oldu. Evet, bu zat, eczacı ve kimya yüksek mühendisi olarak milletine 30 yıldan fazla hizmet etti. Fakat din tahsili de yaparak ve geceli gündüzlü çalışarak, büyük İslam âliminden icazet almakla da şereflendi. Hiçbir zaman kendi görüşünü, kendi fikrini yazmayıp, daima Ehl-i sünnet âlimlerinin, anlayabilenleri hayran eden kıymetli yazılarını Arapça ve Farsça’dan tercüme ederek kitaplarında yayınlamıştır. 

Seyyid Ahmet Mekki Efendi, Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye kitabına yazdığı takrizde buyuruyor ki:
(Asrımızın fadıllarından, zamanımızın bir tanesinin yazmış olduğu Seadet-i Ebediyye kitabına göz gezdirdim. Bu kitapta, kelâm, fıkıh ve tasavvuf bilgilerini buldum. Bunların hepsinin, bilgilerini nübüvvet kaynağından almış olanların kitaplarından toplanmış olduğunu gördüm. Bu kitapta, Ehl-i sünnet itikadına uygun olmayan hiçbir bilgi, hiçbir söz yoktur. Ey Temiz gençler, dini ve milli bilgilerinizi, bu latif, benzeri bulunmayan, belki de, ileride bir benzeri yazılamayacak olan, bu kitaptan alın!) 

Hüseyin Hilmi Işık Efendi, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuyup anlayabilecek salih kimselerin azaldığını ve cahil kimselerin din adamları arasına karışarak, bozuk kitaplar yazıldığını görerek üzülmüş, (Fitne yayıldığı zaman, hakikati bilen, başkalarına bildirsin! Bildirmezse, Allah’ın ve bütün insanların laneti ona olsun) hadis-i şerifinde bildirilen tehditten dehşet duymuştur. İnsanlara olan şefkat ve merhameti de, O’nu hizmete zorlayarak, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından seçtiği yazıları tercüme etmiş ve herkesin anlayabileceği şekilde açıklamaya çalışmıştır. Aldığı sayısız tebrik ve takdir yazılarının yanı sıra, tek tük cahilin serzeniş ve iftiralarına da hedef olmuştur. Rabbine ve vicdanına karşı ihlâsında ve sadakatinde bir şüphesi olmadığı için, Allahü teâlâya tevekkül ve Resulünün ve salih kullarının mübarek ruhlarına tevessül ederek, hizmete devam etmiştir. Bütün bu hizmetlerin, İslâm âlimlerine olan aşırı sevgi ve saygısının bereketi ile olduğunu söylerdi. Her sohbetinde İslâm âlimlerinin kitaplarından okur, İmam-ı Rabbani ve Abdülhakim Arvasi hazretlerinin sözlerini aktarırken gözleri yaşarır ve (Kelâm-ı kibâr, kibâr-ı kelâmest), yani büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür buyururdu.

İstanbul Evliyaları kitabında deniyor ki:
Hüseyin Hilmi Efendi, maddî ve manevî, dünyevî, uhrevî ve bilhassa fen, tıp ve eczacılık ilimlerinde zamanın ileri gelenlerinden idi. Her sözü ilme, fenne ve tecrübeye dayanan ve bu bilgilerini, tecrübelerini dinin temel miyarlarıyla karşılaştırıp tartarak söylediğinden, hikmet konuşan yani her sözünde dünyevi veya uhrevî faydalar bulunan, belki eşi bir daha zor bulunabilecek, âlim bir zat idi.

En kıymetli kitaplardan tercüme ve derlemelerle, telif eserler vücuda getirdi. Akaid hususunda, bilhassa Ehl-i sünnet vel-cemaat inancını sade bir dille açıklayıp, bu inancın yayılmasında, öncülük etti. Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli mezheplerinden birinde bulunmanın Ehl-i sünnetin alameti olduğunu, herkesin kendi mezhebine göre amel etmesinin şart olduğunu, zaruret ve ihtiyaç halindeyse, hak olan dört mezhepten birinin taklit edilebileceğini, Ehl-i sünnet kitaplarından alarak açıkladı. Seadet-i Ebediyye ve diğer kitaplarında, binlerce mesele yazdı. Unutulmuş ilimleri ihya etti. (Ümmetim bozulduğu zaman bir sünnetimi ihya edene yüz şehid sevâbı verilir) hadis-i şerifini hep göz önünde tutarak, farzları, vacibleri, sünnetleri, hatta müstehabları uzun uzun yazdı.

Dünyanın her tarafındaki insanlara İslamiyet’i doğru olarak tanıttı. Ehl-i sünnet âlimlerince tasvip edilen ve övülen, yüzlerce Arabî ve Fârisî eseri, Hakîkat Kitabevi vasıtasıyla yedi iklim, dört bucağa yaydı. Vehhabi, Hurufi, Kadiyani gibi bozuk fırkaların doğru yoldan ayrıldıkları noktaları, bütün dünyaya vesikalarla tanıttı. Ehl-i sünnet itikadı canlanmaya, kıpırdamaya ve yeşermeye başladı. Bu bakımdan yaptıkları işi, dini tecdid ile isimlendiren zatlar oldu. Tecdid, dini yenileyip kuvvetlendirmek demektir.

Başarılarının sebeplerini soranlara, "(Helekel müsevvifun) yani (Sonra yaparım diyenler helak oldu), hadis-i şerifine uyarak bugünün işini yarına bırakmadım ve kendi işimi kendim gördüm, yapamadığım işi bir başkasına havale ettiğim zaman neticesini takip ettim" cevabını verirdi. (Bu zamanda İslamiyet'e hizmeti başarıyla yapabilmek için muhatabın anlayacağı gibi konuşmalı ve herkese tatlı dilli güler yüzlü olmalıdır) buyururdu. Gerçek bir tevazuya sahipti. Kendisini asla başkalarından üstün görmezdi. Kendisinden büyüklerin yanında konuşmaz, kimseyle münakaşa etmez, edebi gözetir, ekseriya iki dizi üzerine otururdu. Bursa’da, eski müderrislerden Ali Haydar Efendiyi ziyaretinde, saatlerce iki dizi üzerinde oturunca, Ali Haydar Efendi talebelerine, (Hilmi Beyden edeb öğrenin, edeb!) demişti. Hüseyin Hilmi Işık Efendi, ailesinden Osmanlı terbiyesi, Abdülhakim Arvasi hazretlerinden de tasavvuf edebi almıştı... 
Hayatı hakkında geniş bilgi için tıklayınız: 
www.huseyinhilmiisik.com

Bir aşk hikayesi
Dondurucu bir kıştı.
Kar yağdı yağacaktı. İstanbul semalarında kirli bir sis hakimdi.
Havada uçuşan martılar çığlıklarıyla kulakları tırmalıyor; boğazın hırçın dalgaları birazdan çıkacak fırtınanın haberini veriyordu.
Çarşı pazar kışa rağmen halen alışverişteydi.
Meydanda satış yapan simitçi ve salepçilerin çığırtkanlıkları hoş bir harmoni oluşturuyordu.
Kimileri markalı ve sıcak mağazaları tercih ederken, kimileri de bütçesine uygun işportacılarda soluğu alıyordu.
Eminönü her zamanki gibiydi anlaşılan.
Telaşlı, heyecanlı, kalabalık…
* * *
Kar taneleri usul usul düşmeye başlamıştı.
Bense yorgun bedenimi o ihtişamlı Yeni Cami’nin şadırvanına dayamış, üşümemek için parkama sıkıca sarılmıştım.
Eminönü Camii… Nam-ı diğer Yeni Cami.
Ne zaman yolum İstanbul’a düşse o kocaman minarelerinin gölgesinde dinlenir, namazgahında huzurla secde ederdim.
Hele ikindi ezanlarında, Eminönü Camii ile Süleymaniye Camii müezzinlerinin serenatı büyüleyici bir etki bırakırdı üzerimde.
Halen tazeliğini koruyan bir sürü hatıram canlandı gözlerimde.
Kimi zaman üzmüş, kimi zaman da mutlu etmişti beni bu şehir.
Bazen bir aşka mahkum etmiş, bazen de aşksız bırakmıştı .
Renkli alemim, hayal şehrimdi burası.
Dalıp gitmiştim bunları düşünerek.
Soğuğa ve üşümeme aldırmadan…
Birden, okunan Cuma salası ile irkilmiş; artık gitme vaktimin geldiğini anlamıştım.
Yağan kara aldırış etmeden süratlice İETT otobüs durağına yönelmiş, bineceğim otobüsün güzergah numaralarını takibe başlamıştım bile.
Eyüp’e gidecektim.
Cumayı Eyüp Sultan’da kılmaktı niyetim.
Sonra da o yüce sahabeye edeple selam verecek, yolunun yolcusunu ziyaret için, yine ondan müsaade isteyecektim.
* * *
Ömrünü; ülkesine, milletine ve İslam’a hizmetle geçirmişti.
Hocası Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerine biat etmiş, Ehl-i sünnet reçetesini bizzat onun elinden almıştı.
Halıcıoğlu Askeri Lisesinde okumuş, eczacılık fakültesini bitirmişti.
Aynı zamanda hocasının emriyle Kimya Yüksek Mühendisliği de tahsil etmiş ve Türkiye’nin ilk yüksek kimya mühendisi olmuştu.
Talebeliği ve meşguliyeti hiçbir zaman onu Ehl-i sünnet itikadından alıkoyamamış; başarılarının sırrını hep buna bağlamıştı.
Albay rütbesiyle Askeri okullarda hizmet etmiş, binlerce talebe yetiştirmişti. Hocası Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretlerinden seneler boyunca öğrendiği Ehl-i Sünnet bilgilerini, İslamiyet’i ve hakikat ilminin gereklerini öğrencilerine anlatmıştı.
Kitaplarında din, astronomi, fizik, kimya, tıp, matematik gibi ilimleri konu almış, İslam’ı anlama ve tanıma noktasında insanlara ebedi saadet yolunu göstermişti.
Sohbetlerinde, “Ehl-i Sünnet âlimlerini tanıyabilmek ve aralarında bulunmak büyük bir nimettir. Resulullahın yolu, onların gösterdikleri yoldur. Dünyada ve ahirette saadete kavuşmak isteyen büyüklerin yoluna sımsıkı sarılsın. Devletinize ve milletinize hizmet edin. Asla fitne çıkarmayın” buyururdu.
O, bir İslam âlimi ve mütefekkiriydi.
O, doksan yıllık ömrünü bu dava için yaşamıştı.
Siyasetten hep uzak durmuş, şanı ve şöhreti hiç benimsememişti.
O, sevenlerinin biricik aşkı ve “ışık”ıydı.
* * *
Cuma namazını eda etmiş, Eyüp Sultan hazretlerinin yüce makamlarından edeple ayrılmıştım.
Namazdan önce usul usul yağan kar, birden şeklini tipiye çevirmişti.
Göz gözü görmüyordu.
Kabristanlığa çıkan yol karla dolmuş, Cuma ziyaretçilerine geçit vermiyordu.
Dallarındaki karın ağırlığından olsa gerek, yola doğru uzanan çamların arasında düşe kalka patika yolu tırmanmaya çalışıyordum.
Karların altında masum bir şekilde yatan ve ziyaretçilerini bekleyen ebedi Eyüp Sultanlılara selam veriyor, caminin avlusunda okumaya başladığım Yasin-i şerifi onlara duyurmaya ve hediye etmeye çalışıyordum.
Heyecanlıydım.
Birazdan, örnek yaşantısıyla sevenlerine ışık olan kıymetli hocamıza kavuşacaktım.
Ve…
Üstünde biriken karları temizleyecek, sadece “Hilmi” yazan namsız, nişansız, işaretsiz kabir taşına sıkıca sarılacaktım.

Abdurrahman KARAL
Üsküdar Barbaros Camii İmam-Hatibi
Diyanet Haber sitesi yazarı
 
Üst Alt